Doğal Tarım deyince aklımıza ne geliyor? Daha doğrusu, doğal deyince aklımıza ne geliyor?
Tarım, kavram olarak doğal mıdır? Üzerinde sadece tek yıllık sebzelerin yetiştirildiği bir tarla doğal mıdır? Doğada böyle bir tarla var mı?
Tarım kavramı her ne kadar doğallığa çekilmek istense de doğal bir yöntem değildir. Doğada nerede sıra sıra soğanların, fasulyelerin, mısırların yetiştiğini gördünüz.
Tarım yapacağım dediğiniz anda zaten doğaya karşı gelmiş oluyorsunuz.
Ha, diyeceksinizki küçük ölçekli ve biyo-çeşitliliği gözeterek ekiyoruz, permakültür biliyoruz, doğal tarım yöntemlerini, kompost yapmayı biliyoruz, Fukuoka’yı hatim indirdik, Joel Salatin, Mark Sheppard, Gabe Brown gibi abileri takip ediyoruz falan filan…
Yani sürekli müdahele edilen, dışarıdan gübre taşınan, insan gücü gerektiren ve periyodik olarak bir sürü iş yapılan bir sistemi “doğal” olarak yutturmaya mı çalışıyoruz kendimize.
E o zaman ne yapacağız? Kendimizi nasıl doyuracağız? Milyonları nasıl doyuracağız?
Buradaki esas konu kendi aç gözlülüğümüzü nasıl doyuracağımız sanırım. Meyve ağaçlarımız olsun, sebze bahçelerimiz olsun, tavuğumuz, ineğimiz, keçimiz, kuzumuz olsun, dönüm dünüm arazimiz olsun, evimiz olsun, ev yetmez airbnb için yurtlar yapalım, yapalım da yapalım. İşin çığrından çıkması çok hızlı oluyor.
Nerede dur diyeceğiz kendimize?
Kendime bakıyorum, evin bahçesinde 45 tane ağaç var, 75 metrekare civarı sebze bahçem var, dışarıdan getirdiğim organik materyal, bahçe marketlerden aldığım gübreler, tohumlar, sayıları bir ara beşe çıkan arı kovanları, ırımtüzen sistemi…
Var da var.
Bazen çok abartmışım diyorum. Tavuk bile almıştım bir ara. Yav alt tarafı 270 metrekarelik bir bahçe. Adım atacak yer yok. Daha hala fide bakıyorum marketlerde.
Doğal mı?
Bana sorarsan Allah’ına kadar.
Fakat doğada böyle bir bahçe yok.
Ha o zaman sınırlarımızı yani doğal kavramınının sınırlarını belirleyelim.
Gıda üreteceğiz, tabii aç yaşanmıyor ama üretirken de doğaya en az zararı vereceğiz. Dikkat edin; sıfır zarar demiyorum, en az zarar diyorum. Lakin anamız bizi doğurduğu andan itibaren Dünya’ya zarar vermeye başlıyoruz.
Benim prensiplerim şunlar:
1. Toprağı beslemek
Bu işin hem mineral yanı var, hemde organik materyal yanı. Bu ikisini hallettiğinizde mikrobiyota’da canlanıyor. Yaşayan bir toprak ile cansız toprak arasındaki farkı biliyor muyuz? Doktor, veteriner giderlerini azaltmak istiyorsak toprağı beslememiz şart. Ücretsiz verdiğim Kore Doğal Tarım yöntemleri kitapçığına bir bakın.
2. Yaban hayatı desteklemek
Yaban hayatın hem bizim için iyi olanları var, hem de kötü olanları. Örneğin domuz tarlaya daldığında verdiği zarar çok fazla. Böcekler ve kuşların da iyileri ve tarla için kötüleri var. Böceği, kuşu, geyiği, kurdu gözeteceksiniz. Sadece hayvanlar değil bitkileri de gözetmemiz şart. Toprağın izin verdiği tohum filizlenir, arazi de yabani olarak ne büyüyorsa, aynı familyadan yenebilecek türler de büyür demektir.
3. Mevcut kaynakları kullanmak
Yerin altındaki mineraller, göldeki sazanlar, meyve halinin çöp bidonları, ineğimizin ürettiği gübre vesaire etrafta az bir çaba ile, ücretsiz elde edebileceğimiz şeyleri kullanarak tarım yapabilir miyiz?
Bu ham maddeleri nasıl gübre haline getirebiliriz.
Mutfak artıklarını solucan kompostu yapmak da çok iyi bir yöntem. Şimdi Sevgi ablam diyecek ki dışardan aldığımız meyve sebzenin üzerinde gelen ilaçlar ne olacak. Ama bu sebze meyve artıklarını çöpe atarak Dünya’ya daha fazla zarar vermiyor muyum? Oluşacak metan gazı, patlayan çöplükler. 4 kişilik bir ailenin ürettiği mutfak artığı inanılmaz boyutlarda. Bunu çöpe atmak bana göre bir suç. Ben ayrıca hiç ayırt etmem. Portakal kabuğu, kemik, biraz yağ, süt, pişmiş yemek, her türlü mutfak artığı solucan kompostlarıma girer.
Gökten yağan yağmuru, güneşden gelen enerjiyi, rüzgardan, su akışından gelecek enerjileri, kompostun ürettiği ısıyı, arazimin içinden geçen dereyi nasıl kullanabilirim? Bunları nasıl desteklerim ki çoğalsınlar. Nasıl tekrar tekrar kullanırım? İşte bunlar hep bilim.
4. Besin akışını kontrol etmek
Besin akışını gözlemleyerek bulabilir ve gıda üreten sistemleri bu akışa göre tasarlayabiliriz. Örneğin bir dağın yamacı, ahırların aşağısında kalan kısımlar, 100 yıl selleri olduğunda su altında kalan yerler, doğal akarsunun geçtiği yerlerin yanları vesaire, örnekler çoğaltılabilir. Nerede bitkiler ağaçlar gür ve koyu yeşil yetişiyorsa orada bir besin toplanması oluyordur.
5. Hibrit ve GDO tohum kullanmamak
Hibritleme ticari olarak üretilen, aynı familyadan iki farklı türün tozlaşması ile iyi özelliklerinin bir üründe toplanması işlemidir. Tabii burada besin değeri önemli olmuyor, genelde miktar olarak en fazla üretecek biçimde hibritleme yapılır. Bu tohumlardan ürün ürettiğinde tekrar aynı meyvenin tohumunu saklayamazsın. İkinci kez ektiğinde eciş bücüş bir şey çıkar. Bayer bu konuya da el atıp laboratuar ortmında tozlaşma yolu ile hibrit ürünler üretmekte ve bunların belli besinleri çok fazla içerdiği iddiasında. Tohum çeşitleri ille ilgili daha önce yazdığım yazıya da bakmanızı öneririm.
GDO ise gene ticari olarak laboratuarlarda ahtapot geni gibi hiç bitkiyle alakası olmayan bir genin bitkiye transferi ile olur. Bu sırada gen haritası çıkartılan bitkinin tekrar üreme özellikleri de haritadan silinir. GDO ürünlerin tüketimi ve insan sağlığına zararları konusunda bir kaç araştırma var ama yeterli değil. Ben prensip olarak bu tohumlara karşıyım.
Kendini bilim insanı sayan bazı arkadaşlarım da mısırın bile normalde GDO olduğunu hatta şu an atalık saydığımız pek çok türün de GDO olduğunu savunarak bana karşı tez oluşturmaya çalışıyor. Teknik olarak tezleri doğru bile olsa unuttukları (umursamadıkları) bir gerçek var. O da doğadaki doğal tozlaşma ve seleksiyon ile olan türlerin, laboratuar ortamında üretilen GDO tohumlarla karıştırılmaması. GDO tohumların neden üretildiğini, hangi amaçlara hizmet ettiğini, gıda egemenliği ve güvenliğini ortadan kaldırmaya çalıştığını söyleyince de komplo teorisyeni damgası yiyorsunuz. En iyisi hiç tartışmamak ve GDO istiyorlarsa GDO yesinler demek.
6. Tohum saklamak
Sanırım en önemli konu bu. Gıda egemenliği ve güvenliğini elinize almak istiyorsanız tohumun doğru saklanmasını öğrenmek gerekiyor. GDO ve hibrit tohumlar bu amaca hizmet etmediği için kullanmıyorum.
7. Tarım zehirlerinden uzak durmak
Toprağın, mikrobiyotanın, hayvanların ve bitkilerin dengesini bozacak, petrol bazlı ürünler, insanlar için zehirdir ibaresi taşıyan, kullanılırken maske, eldiven gerektiren zehirlerden uzak durmak gerekir. Bunların verdiği zararlardan dolayı üretici firmalara yüklü tazminat ödettirenler var.
8. Bilimsel ve metodik yaklaşımlarla çalışmak
Doğal olucaz diye, saldım çayıra mevlam kayıra modunda davranmıyoruz. Bir yöntem uyguluyorsak bunun sebep ve sonuçlarını bilmemiz, yöreye uyarlamamız ve çeşitli düzeltmelerle sonuçlarını ölçülebilir biçimde görmeliyiz.
Türkçe çöp bilgi çok fazla var. Özellikle Google aramalarında Türkçe karşımıza çıkan sonuçlar gerçekten çöpün de ötesinde. İngilizcemiz yoksa ulaşacağımız doğru bilgi gerçekten çok yetersiz. Bu döngüyü kırmanın tek yolu uygulama, not tutma, ölçüm/biçim, gözlem ve iyileştirme ve tekrar uygulamadır. Bu şekilde kendi doğrularımıza erişebiliriz. Fiili uygulama sonucu ulaşılacak doğrular altın değerindedir. Eğer aldığınız sonuçları internette blog, video, pdf olarak paylaşırsanız başkalarınında işine yarayacak ve içerik olarak kalite artacaktır.
9. Meyve ağaçları ve sebzelerin birlikteliğini sağlamak
Gıda üretilen yerin doğala en yakın şekilde olmasını istiyorsak bir orman gibi düşünmemiz gerekir. Ağaçlar, çalılar, sarmaşıklar, yeşil yapraklı bitkiler, yumrulu bitkiler, çiçekli bitkiler, endemik bitkiler, su bitkileri, orman hayvanları, su hayvanları, böcekler vesaire. Gıda yetiştirme olayını bütüncül olarak düşünmek şart. Ancak o zaman besin değerleri yüksek bir gıda yetiştirebilirsiniz. Şu yazdığım yazıya da bir bakın.
10. Biyolojik dengeyi korurken çeşitliliği arttırmak
Sırf çeşitliliği arttırmak adına, açgözlülükle her gördüğümüz fidanı alıp ekersek yarardan fazla zarar olur. Ayrıca iklimin el vermediği türleri yetiştirmek için göstereceğiniz çaba da aynı şekilde zarar verir. Kışları soğuk geçen İstanbul’da avokado çekirdeği solucan kompostlarımda çimlendi diye bunları saksılara almayacağım veya muz yetiştirmeye kalkmayacağım. Ben tohumları serperim, çıkan çıkar. Yaşayan yaşar. Yaşayanlardan aşı yapılması gerekenler varsa yapabilirim ama o elmanın ne olacağını da görmek isterim. İklimin izin vereceği türleri seçmeye veya en azından küresel iklim değişikliğine adapte olabilecek türlere bakarım. Deneyipte yanıldığım türler her zaman fazladır, tabii ki açgözlülükten. Soğuk iklime adapte olan avokado ve muz var, bunların peşine zamanında düşmüştüm ama olmadı.
Siz de kendinize bu tür prensipler çıkartabilir ve istediğiniz kadar esnetebilirsiniz. Her kesin durumu farklı sonuçta. Zaman içinde bu prensipler de değişebilir, sonuçta vahiy olarak gelmediler. Yaşadığınız yere, sosyo-kültürel olaylara, ülkeye ve deneyimlerinize göre bu prensiplerin de evrim geçirmesi kaçınılmazdır. Önemli olan doğallık yolunda ne kadar ilerleyebildiğimiz ve Fukuoka’nın hiç bir şey yapmadan tarım mertebesine ne kadar yakınlaştığımız önemli. Sağlıcakla.
Dip not: Soğuk iklime uyumlu avokado ve muzun ne olduğunu soranlar lütfen tek ayak üstünde köşede 2 saat dursunlar.
Gürkan, senin en içten ve dürüst yaklaşımlı, son zamanlarda da okuduğum en güzel yazıydı. Sağduyuya davet çok önemli, sevgiler.
Hay fikrinize,elinize sağlık Gürkan bey.
Ne güzel özetlemişsiniz olması gerekeni.
Ne kadar güzel bilgiler. Emeğinize sağlık. Takipte olacağım.
Harika bakış açısı, bilgi ve paylaşım için teşekkür ederim, dediğin gibi doğala yaklaşmak için önce “az” (=gerekli=yeterli) ile yetinmek gerek .