Fukuoka – Mahayana ve Hinayana

Fukuoka-San’ın Ekin Sapı Devrimi ve Doğal Tarımın Yolu kitaplarını okuyanlar aslında bu işin ne kadar da kolay ve basit olduğunu kavrayabilir. Fukuoka-San doğa ile olan ilişkimizi ve gıda üretim işlerini felsefi olarak 2 ana başlık altında topluyor. Bu başlıklar Budizm felsefesinde ki Mahayana ve Hinayana yaklaşımlarına benzetiyor.

1- Mahayana Doğal Tarım
Budizm’de Mahayana yaklaşımı nirvanaya ulaşan yolun başkalarının nirvanaya ulaşmasına yardım etmekten geçtiğini öğütler. Burada kendini yüzde yüz adama vardır ve etraftaki diğer kişilerin nirvanaya ulaştırılması için çalışmak çok daha önemlidir. Çünkü toplum olarak aydınlanmak, birey olarak aydınlanmaktan çok daha iyidir. Kendimiz de bu toplumun parçası olduğumuz için ve hepimiz bir olduğumuz için topluca nirvanaya ulaşmak için çalışmak çok daha verimlidir.

Bu felsefenin doğal tarıma uyarlanması doğa ananın ve bizim aslında bir bütün olduğumuzu anlamak, kendi yararımıza çalışmaktansa doğa ana için çalışmamız gerektiğini söylemektedir. Doğa anadan bir karşılık beklenmez, yapılan çalışmaların birilerinin ya da doğa ananın yararına olduğu bilinir. Bütüncül düşünce burada kendisini gösteriyor.

Tabii bu adanmışlık kötü niyetli kişiler tarafından suistimale açık. Kendimizi adayalım ama aptal da olmayalım.

2- Hinayana Doğal Tarım
Budizm’de Hinayana yaklaşımı nirvanaya bireysel olarak ulaşmak için çalışmalar yapılmasıdır. Herkes bireysel çalışmasını yapar ve ödül olarakta nirvanaya ulaşır. Nirvanaya ulaşıldığında etrafımızda ki diğer kişilere nirvanaya ulaşmaları için yardım edilir. Dürüstçe Mahayana seviyesine ulaşmak için belli bir getiri bekleyerek yapılan çalışmalardır Hinayana.

Hinayananın mahayanaya yakın kısmında ekip biçerken belli bir getiri beklenir, hesaplanır. Doğanın varlığından haberdar olarak işler yürütülür. Getiri elde edildiğinde paylaşım olabilir. Permakültür de bu kategoriye girer. Belli bir getiri sağlanması sonucu adil paylaşım ilkesiyle bunu dağıtmaya çalışır.

Bencilliği terk etmek, doğa ile bütünleşmenin en hızlı yoludur.
Masanobu Fukuoka

Hinayananın mahayanaya en uzak kısmında ise bilimsel tarım vardır. Hinayana kategorisindedir ama doğadan kopuk biçimde, hatta doğayı yok sayarak, monokültür, ilaç, gübre gibi sentetik girdilerin kullanıldığı, haddinden fazla enerji harcanarak üretimin yapıldığı, sonuçta elde edilen ürünün de kimsenin işine yaramadığı bir garip yöntemdir. Bilimsel deneylerin sonucunda elde edilen verilerin kullanılması sonucu daha fazla ürün, daha iyi ürün alınacakmış gibi düşünülür ama doğa anayı tamamen terk ettiği için laboratuvar deneyleri dışarıda çalışmaz.

Fukuoka der ki: Bunların birbirleri ile karşılaştırmasını yapmak boşa zaman harcamaktır. Her 2 tekniğin uygulanacağı iklimler, topraklar (veya topraksız), yöreler, durumlar, zorundalıklar olacaktır.

Nerede bir gıda kıtlığı varsa, orada bir üretim olması şart. Öncelikle doğal tarım yöntemlerinin uygulanıp uygulanmayacağına bakılır ve şartların el verdiği kadar uygulama yapılır. Veya duruma göre direk bilimsel tarımdan başlanıp, toprağın ve iklimin normale dönmesi için, kademeli biçimde, uygulama doğal tarıma doğru kaydırılır.
Bizim birey olarak kendimizi bilimsel tarımdan soyutlamamız ve o bilgiye kendimizi kapatmamız düşünülemez. Çünkü bilimsel tarımın uygulanması gerektiği yerde siz bunu bilmiyorsanız, insanlar gıdasızlıktan ölecektir. Ayrıca saf mahayana doğal tarımın uygulanması sırasında kullanılacak terimler, bilgiler, uygulamalar da bilimsel tarımın açıkladığı kategoriye soktuğu, isimlendirdiği şeyler olacaktır. 21. Yüzyılda bilimsel tarımın kanıtladığı kavramları doğal tarımda kullanmak kaçınılmaz, zaten doğal tarımın büyük kitlelere anlatılması, öğretilmesi sırasında bilimsel açıklamalardan yararlanmamız gerekiyor.

Tabii ki Fukuoka-San’ın tarım felsefesini kavramış bir birey olarak amacımızın saf doğal tarıma doğru kaymak olduğunu hiç bir zaman aklımızdan çıkartmamalıyız. Bulunduğumuz yerde bilimsel tarımla başlasak bile belli bir süreden sonra kademeli olarak doğal tarım seviyesine ulaşmamız gerekiyor.

Bir süpermarkette canlı renkleri, büyüklüğü ve pürüssüz yüzeyi ile bir meyve gördüğümüzde bu meyvenin bilimsel tarım ile üretildiğini ve bilimsel tarımın diğer metotlardan daha üstün bir metot olduğunu düşünebiliriz. İnsanoğlu gözle görülen özelliklere daha çabuk kandığı için algımız da değişiyor. Fakat içgüdüsel olarak (enterik sinir sistemi ile) güneş altında kızarmış, doğal yetişen, kimyasal gübre ve ilaçların kullanılmadığı, mumla kaplanmamış bir ürünün daha yararlı olduğunu herkes bilebilir ama onu da süpermarkette bulamıyoruz. Yani sistem bize tüm seçenekleri kapatıp sadece süpermarket seçeneğini açarak algımızda yanılsama yapıyor. Bir bahçede domates yetiştirip bunu yiyen bir insan her zaman bu domatesin süpermarket domatesinden daha kaliteli ve besleyici olduğunu bilir.

Burada bir ikilemde buluyoruz kendimizi. Son 160 yılda dünyada konvansiyonel tarım hızla gelişen bir sektör halinde. Kasıtlı olarak geliri düşürülen halk en ucuz gıdayı bulup alarak hayatını sürdürüyor. Bu halkın bir toprağı olmadığı gibi yeterli zamanı da yok ekip biçmek için çünkü neredeyse tüm uyanık zamanı iş başında geçiyor. Yani son 160 yılın teknolojik gelişmeleri kendine bir pazar yaratabilmek için insanların geliri ve yaşam tarzları ile de oynuyor. Gıdasızlık daha doğrusu besin değeri düşük gıda ile beslenmek sizi sağlık sektörünün müşterisi haline getiriyor ki zaten oradan da bir darbe yiyoruz. Kısa zamanda ölüp emeklilik sistemlerine yük olmadan ortadan kalkarsanız en iyisi. Komplo teorisi gibi duyulsa da azıcık aklı olan bir insan bunu görebilir.

Organik tarım, permakültür, küçük üreticiler dünyanın çoğalan nüfusunu beslemez söylemleri neden var şimdi anladınız mı? Çünkü bu doğala yakın gıda üretim yöntemleri yukarıda bahsettiğimiz son 160 yılda kurulan vahşi kapitalist üretim sistemine çomak sokuyor da o yüzden.

Hadi diyelim bu bir komplo teorisi ve insanlar seçimleri sonucu bu vahşi kapitalist sistemin içindeler. Çünkü hırsları ve hedefleri var. Zengin olmak, statü sahibi olmak vesaire istiyor. Ve en sonunda da marketlerde satılan iki katı pahalı organik ürünleri sürekli alabilecek paraya sahip olacak. Tabii sağlığı ve zamanı izin verirse. Toplumun nirvanaya ulaşması için Mahayana Doğal Tarım yapmanın gerekliliği ortada değil mi?

Dertten tasadan uzak, kendi yetiştirdiğini tüketen, paylaşan bir yaşam, hayat kalitesi olarak daha iyi olmaz mıydı? İşte bu hayata ulaşabilmek için bir yerlerden başlamamız gerekiyor. Ama balkonda, ama terasta veya bir apartman bahçesinde bir şeyler yetiştirmek bu yüzden çok önemli.

Bilgi paylaşımı da aynı şekilde. Kimisi bilgiyi bedavaya paylaşır, kimisi parayla satar. Kimisi paylaşmaz bile. İyilik yap, denize at balık bilmezse halik bilir.

Karşılık beklemeden bir şeyler yapmak seviyesine yani Mahayana seviyesine gelmemiz dileğiyle.

Posted in Permakültür, Türkçe and tagged .

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.