İçinde yaşadığımız bu gezegen zaman geçtikçe kirleniyor ve sonuçları üzerindeki bitki örtüsü ile yaşayan hayvanlara etki ediyor. Kullandığımız her ürün, evimizdeki her eşya, her gün karşılaştığımız şehir hayatı Dünya’yı daha da fazla kirleten ürünlerle dolu. Yer, gök, deniz bundan nasibini almış. Denizlerde balık kalmamış, sebebi yanlış avlanma; yaşadığımız çevre her geçen gün kirleniyor, sebebi biz insanlar; havadaki zararlı gazlar çoğalıyor, sebebi gene biz insanlar. Peki bunların sonucunda zarar gören kim, doğa ana mı, hayvanlar mı, bitki örtüsü mü yoksa biz miyiz? Tabii ki yukarıdakilerin hepsi, sevgili okuyucum.
Doğa ananın bunları düzeltmek için yardıma ihtiyacı var mı?
Olayı nüfus çoğalması, ticari üretim ve arz talep eğrileri yönünden ele alalım.
Eğer bir üretici daha fazla kar amacı ile bir yöntem bulup uygularsa diğer üreticiler de aynı yöntemi kısa zamanda alıp uygularlar. Lakin arıcılıktan tutun çiftçiliğin her kademesine kadar aynısı olmuştur. Tabii ki burada kaybeden müşteridir çünkü hem ürünün doğallığı kalmamıştır hemde besleyici özellikleri azalmıştır. Ekstradan maruz kaldığımız kimyasallar, antibiyotikler, ilaçlar da cabası. Beslenme yeterli olmadığı için zeka gelişimi ne oluyor? Tabii ki gelişmiyor yeteri kadar. Bir nevi aptallaşıyoruz. Peki kazanan kim? Kazanan da var maddi açıdan ama bu kısım konumuzun dışında kalıyor.
Benim inandığım bir düşünce: Ticari olarak üretilen hiç bir ürün insan sağlığı için yararlı değildir. Ticari demek yüksek kapasitelerde üretim, seracılık, uzun raf ömrü ve kullanılan kimyasallar, yerel olmayan ürünler ve saire marketlerde pazarlarda bolca bulmaktır. Olay insan beslenmesinden çıkıp ticarete dönmüştür.
Ama burada müşterinin de suçu var. Tamamı ile arz talep eğrisine göre çalışan pazar, bir miktar da müşterinin isteği doğrultusunda gelişmiştir.
1- Mevsim dışı ürünlere olan talep.
2- Üzerinde çürük olmayan ve hep taze görünen ürünlere talep.
3- Besleyici özelliklerinden fazla görünüşe olan talep.
4- Daha büyüğüne olan talep.
5- Çekirdeksiz üzüme olan talep.
6- Ve saire…
Hal böyle olunca üretici de bunlara cevap vermek zorunda kalıyor. Ürünler zamanından önce toplanıyor, Kimyasallar ile rengi veriliyor, depolarda gaz verilip olgunlaştırılıyor, mum ile kaplanıp raf ömrü uzatılıyor, tadı tatlı değilse tatlandırılıyor, büyüğü küçüğü ayrılıyor ve iki katı ücrete ve zamanından 1 ay önce tüketiciye sunuluyor. Tüketici de 1 ay erken yiyeceği bu ürünler için mutlu bir şekilde parasını ödeyip satın alıyor. Ürüne yapılan tüm işlemler giderleri arttırdığı için ürünün fiyatı da çoğalıyor. Kullanılan kimyasal gübreler, böcek ilaçları, GDO tohumlar derken toprak ana da zarar görüyor. Çok değil 10 sene sonra bu topraktan ürün almak zorlaşacak ve hatta kullanılmaz hale gelecek.
Öte yanda doğal olan ürünler hafif ucu çürümüş, bir kaç ezik yeri olan, rengi parlak olmayan ürünler kimse tarafından alınıp tüketilmemektedir. Tüketici olarak zihnimizde var olan bilgi bunların “iyi” olmadığıdır. Bu zihniyeti değiştirmek için bir şeyler yapmak gerek.
Burada suçu yarı yarıya paylaştırıyorum, üretici kadar tüketici de suçludur. Burada hem tüketici hemde üretici bilgilendirilmelidir. Ürünün büyüklüğü ve görünüşü değil besleyici özelikleri ile kalitesinin akıllarda yer etmesi ve hedef olarak alınması gerekir. Biz ne kadar doğayı taklit etmeye çalışıp seralarda üretim yapsak bile, doğanın ürettiği kadar sağlıklı ve besleyici ürün üretemiyoruz.
Ürünün doğal yetiştirilmesi aslında daha az zaman ve nakit harcanması demek. Tüm kimyasal gübre ve ilaçlar için harcanan para cebimize kalıyor. Bunların bahçede uygulanması için gereken zaman bize kalıyor. Tabii bir çiftliğin doğal yöntemlerle tarım yapmaya geçmesi birden bire olmuyor. Yavaş yavaş ve adım adım teknikleri uygulayıp bir kaç sene içinde doğanın kendi ritmi ile birlikte bahçenin bir doğal döngüye girmesi gerek. Bu durumda organik ürünlerin daha pahallıya satılması fenomeninin saçmalığı ortaya çıkıyor. Organik ürün daha ucuz olmalı ama daha ucuz olunca da insanlar satın almıyor. Gene arz talep meselesi. Tüketici pahallı fiyat talep ediyor.
Doğanın dengesini bozuyoruz, daha fazla ürünü daha kısa zamanda almak için çeşitli teknikler uyguluyoruz ve ritim bir kere bozuldumu başka problemler ortaya çıkıyor. O problemlere gene modern teknoloji ile çözümler arıyoruz. Daha fazla kimyasal, daha fazla antibiyotik, daha fazla böcek ilacı kullanıyoruz. Tabii tüm çözümler bir yara bandı gibi geçici çözümler oluyor. Problemin merkezine inemiyoruz çünkü elimiz kolumuz bağlanmış, ödenecek faturalar, maaşlar, krediler başımızı döndürüyor. Tohum bulmak başka bir dert olmuş, bir önceki seneden kalan ürünü tohum olarak kullanamıyoruz. Yeniden satın almamız lazım. Döngüye bir kere girince çıkması zor oluyor yani.
Öyleyse yeni nesil olarak bu döngüye girmeden bir şeylere başlamak lazım. Kişi öncelikle kendine veya ailesine yetecek yiyeceği bir şekilde yetiştirmelidir. Temel besin maddelerini kendi üretmelidir. Bunlar süt, yumurta, sebze, meyve ve bakliyat türünden yiyeceklerdir ve üretimi aslında sanıldığı kadar zor değil. Üretim yapamıyorsanız güvenilir ve doğal yapan birinden temin etme yoluna gidin. Kendi ekmeğinizi pişirin. Kendi sabununuzu yapın. Kendi reçelinizi, salçanızı, turşunuzu yapın. Bu durumda ekonomi batar mı? Ekonomiye hiç bir halt olmaz merak etmeyin. Peki bilim adamları aç kalır mı? Onlarda daha iyi tüy dökücü krem ve yatakta daha uzun sevişecek ilaç formülü aramayı kesecekleri için size sonsuz teşekkürde bulunucaklardır.
Neyse ki yeni nesil ekolojik yaşama daha sıcak bakıyor. İnternet ve kitaplar sayesinde daha da bilinçli. Uygulama açısından imkanlar da sanıldığından daha geniş. Yeter ki insanın içinde istek olsun. Bir şekilde oluyor.
Diyelim ki doğal yöntemlerle arı bakmak istiyoruz. Burada arıcı için iyi olanı değil arı için iyi olan şeyleri yapmamız lazım. Daha doğal bir kovan ve yönetim ile koloni üzerinde daha az stres oluşturarak arının doğal döngüsünü destekleyici şeyleri yapmamız gerekir.
Bitkilerin doğal döngülerine girmeleri için zamanında ekmemiz ve toplamamız lazım. Etraftaki zararlı sayılan haşeratın normal döngüsüne girmesi için uğraşmamız lazım. Bahçelerin bağların mevsimler ile uyumlu hale gelmesi için çalışmamız lazım. Harala güreleden kurtulup yavaşlamamız lazım.
Doğa ana iyi ve kötü arasında seçim yapmıyor, doğa ananın tek derdi “dengenin var olması”. Denge oldumu sistemler var olabiliyor. Pek çok ürünün bir zararlısı var. Böcekler her yerde, ama onlarında belli başlı düşmanları var. Fareleri yılanlar avlıyor, böcekleri kurbağalar avlıyor, küçük sinekleri örümcekler avlıyor; doğanın bir dengesi var, bir tanesini bu denklemden çıkartırsanız sorunlar başlıyor. Hal bu kadar basitken bunu görememek ise her şeyi çok fazla irdeleyip karmaşık halen getiren biz insanoğluna ait bir olay. Hele birde ticari düşünmeye başladınız mı ipin ucu kaçıyor.
Evet sevgili okuyucum ne diyorsun? Yorumlarını esirgeme. Birey olarak neler yapılabilir? Sen neler yapıyorsun?
Like this:
Like Loading...
Büyük markaların önderliğinde bir şeyler yapılsa keşke. Bir ay önceydi sanırım, bir şeyler almak için Migros'a girdim, tam da kapanış saatinde. Taptaze meyveler, sebzeler kasalardan toplanmış. Görevliye ne olacaklarını sordum; çöpe gideceklerini öğrenmek üzüntü verdi. Çalışanların almasına bile izin vermiyorlar. Büyük markaların bilinçli hareket etmesi önemli. Onun dışında tüm mahalle pazarları "organik" pazara ya da yerel ürünler satan yerlere dönüşmeli. Tüketici bilinçlenmeli.
Evimde ve yakın çevremde mevsimi olmayan ürünlerin kullanımını engelliyorum. Şanlıyım ki ufak bir bahçem var ve tohumları paylaşıyor, elimden geldiğince insanları özendiriyorum. Ne var ki gelecek nesillere kirli bir dünya bırakmaya engel olmuyor… Umarım ahlaklı üreticilerin sayısı artar.